top of page

BİTKİ KÖRLÜĞÜ

Ormanda yürüyüşe çıktığınızı ve bir geyik ya da tavşan gördüğünüzü hayal edin. Hiç şüphesiz bu karşılaşmayı hatırlayacaksınız; hatta bu, açık hava maceranızın en önemli anı bile olabilir.

Peki ya yürüyüş sırasında yanından geçtiğiniz tüm bitkiler, ağaçlar ve çiçekler? 

2016 yılında yapılan bir çalışma, katılımcılarının vahşi yaşam dendiğinde ilk başta akıllarına hayvanların geldiğin ve hayvan resimlerini bitki resimlerinden daha iyi hatırladıklarını ve akıllarına getirdiklerini göstermiş. 


Bitki körlüğü ( plant blindness). Bu kavram, ilk olarak 1998 yılında botanist Elisabeth Schussler ve James Wandersee tarafından kullanılmış. Anlamı ise tahmin edebileceğiniz gibi; kişinin kendi çevresindeki bitkileri görememesi, fark edememesi ve takdir edememesi.


Bitkiler yeterince takdir edilmediğinde ve yeterince araştırılmadığında çevre ve içindeki insanlar zarar göreceği çok açık. Çünkü Dünya aslında bitkilere bağımlı.

Pretoria Üniversitesi, Bitki ve Toprak Bilimleri öğretim görevlisi Angelique Kritzinger şöyle yazıyor: "21. yüzyıldaki en büyük zorluklarımızın çoğu bitki temellidir: küresel ısınma, gıda güvenliği ve hastalıklarla mücadelede yardımcı olabilecek yeni ilaçlara duyulan ihtiyaç. Bitki yapısı, işlevi ve çeşitliliği hakkında temel bilgi olmadan, bu sorunların çözümüne yönelik çok az umut var."


İnsan beyninin, hareketsiz oldukları ve genel olarak yeşil renkte oldukları için, bitkileri görmezden gelmeye meyilli olması, günümüzdeki durumun normal olduğu anlamına gelmiyor. Günlük hayatta duyu organlarımızla algıladığımız “verilerin” çok fazla olduğu durumlarda beyin, bu verileri filtreleme ihtiyacı duyuyor. Her bitkiyi ayrı ayrı algılamak çok çaba gerektirdiğinden bunu yapmak yerine tümünü bir yığın halinde algılayabiliyoruz.


Günümüzde karşı karşıya olduğumuz birçok ekolojik problemin sebebi, kendimizi doğaya hükmeden bir tür olarak görmemiz ve bu süreçte kendimiz dışındaki türleri yalnızca birer kaynak gibi kullanmamız. Bu yüzden kendimizi doğanın dışında tutmamız, doğadan tümüyle uzaklaşmış olmamız hiç beklenmedik değil. Başka canlılara empati duyduğumuz nadir durumlarda ise bu canlılar genelde hayvanlar, hatta omurgalılar oluyor.


Bu ilgisizliğin ise bu konuda eğitime erişimin zorlaşması, araştırma ve koruma projelerine verilen maddi desteğin azalması gibi sonuçları olabilir.

Dünyanın birçok yerinde üniversitelerde bitki biyolojisi ve botanik bölümleri kapatılıyor. Ayrıca biyoloji lisans eğitiminde ve ilgili başka bölümlerin müfredatlarında bitki bilimine tanınan alan gittikçe daralıyor. Bitki biliminde üniversite düzeyinde eğitimin zorlaşması yalnızca uzmanların sayısını değil, araştırma fonlarını da etkiliyor. Bitkiler üzerine yapılan araştırmalara daha az fon ayrılması, daha az araştırmanın mümkün olması demek. Bu da tıp ve gıda güvenliği gibi birçok konuda ihtiyacımız olan bitkiler hakkında bilgi edinemememiz anlamına geliyor. Bitkiler hakkında bilgi edinmeye bu kadar muhtaç olduğumuz bir dönemde, alanında uzman bitki bilimcilerin sayısının azalması hiç iç açıcı bir manzara oluşturmuyor.


2011’de yayımlanan bir rapora göre bitkiler, ABD tarafından tanınan tehlike altındaki türlerin %57’sini oluşturuyor. Türkiye’de de durumun çok farklı olduğu söylenemez. Ekoloji alanında faaliyet gösteren birçok vakıf ve kurumun koruma projelerinin odağında hayvanlar yer alıyor. Ancak TEMA Vakfı’nın kurucularından Ali Nihat Gökyiğit’in kurduğu ANG Vakfı Türkiye’deki bitki çeşitliliğinin arşivlenmesi ve korunması için çalışmalar yürütüyor, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi kapsamında her yaştan insana bitkiler hakkında eğitimler sunuyor.

Comments


bottom of page